Değişir rüzgarın yönü,
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi,
Boşuna bir liman arar.
Gülüşü bir yabancının,
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir,
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.
Bir anı bile kalmamıştır,
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır,
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler,
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burda biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir
Solarken albümlerde çocuklar ve askerler
Yüzün bir kır çiceği gibi usulca söner
Uyku ve unutanlık gittikce derinleşir
Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler
Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Aşk başlamadan güzel,
Kalplerde heyecan
Bakışlarda korku olduğu zaman güzel...
Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,
Başkaları görmesin diye çabalayış,
Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman...
Aşk başlamadan güzel....
Bunca gün, ah, bunca gün
görmeyi seni böyle kırılgan, böyle yakın,
nasıl öderim, neyle öderim?
Uyandı kana susamış
ilkbaharı koruların,
çıkıyor tilkiler inlerinden
çiylerini içiyor yılanlar,
ve ben gidiyorum seninle yapraklarda
çamlar ve sessizlik arasında,
sorarak kendime nasıl, ne zaman
ödeyeceğim diye şu bahtımı
Bütün gördüklerim içinde
yalnız sensin hep görmek istediğim
dokunduğum her şey içinde
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı,
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi
nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi
ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi
nerde tâvus kuşları nerde müjgân'ın gençliği
nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi
okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların
beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın
akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların
saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın
Birincisi o incecik, o dal gibi kiz,
Simdi galiba bir tüccar karisi.
Ne kadar sismanlamistir kim bilir.
Ama yinede de görmeyi çok isterim,
Kolay mi? ilk gözagrisi.
Ikincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazip yazip bahçesine attigim mektuplari
Gülmekten katilirdi, okudukça.
Bense bugünmüs gibi utanirim
O mektuplari hatirladikça.
aşk ölümcül bir hülyadır
anlayamadığım
ey sarı gök bulutu, ey ıstırab gülşeni
son bir karanfil gibi
taşıyacağım seni
kalbimin hüsnüyusuf mahrem bahçelerinde
derindesin, rüya kadar derinde
aşk ipek bir karanlıktır
kollayamadığım
gecenin bir vaktinde gelen çiçekler için
tenhâsında kuşlar uçan
sulara karışıp akmak isterim
kan çölünün ıssız vâhalarından
saâdet burcuna çıkmak isterim
gitmeliyim buralardan seninle
Adını anmak güzeldi,
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
Adını anmak...
Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
Biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
Adının Türkçedeki yankısı özeldi...
Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında...
Denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
Sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı,canın teni yakmasıydı,
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasaydı...
'bir insanı sevmekle başlıyordu her şey'
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu
Acılar vardır, bir de çaresizlikler
Ne zaman başladıysa benim öyküm
Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber
Bir yanımda aşk, bir yanımda olum
Durup kirlendim yaşadıkça
Aşktı beni yıkayan, Arıtan su
Dünyamı saran bir uçtan bir uca
Hep o bir gün sevememek korkusu
Ben kalbimi o taşlarda biledim
Butun pisliklerini yeryüzünun
Kazıdım hançerimle yeniledim
Son dakikasında bile ömrümün
gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler
söz birliği etmişcesine
'aşk hastalığıdır bunun adı
ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra'
oysa ne yalan söyliyeyim,
ben yalnızca
bir kuyrukluyıldıza
çarptığımı sanmıştım
yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken
yüreğim bir patlamayla aydınlanınca
Falcı kadın yalan söylüyor yalan
Bizi birbirimiz için yaratmış Tanrımız
Nasıl mümkün değilse
Yıldızları toplamak gökyüzünden
Öylesine imkansız bir şey aşkımız
Kurudu gölgesinde oturduğumuz ağaçlar
Bahçelerde sevdiğin çiçekler kalmadı
Sadece hatıralarda ebedi olan
Vazgeçemediğimiz, unutamadığımız
Onlar bile bize yar olmadı
Unut benden kalan ne varsa
Unutmak tesellidir yalnızlığın
Güneşi bir kadeh şarap gibi içip
Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ben dedikodusu var amma...
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben
Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun
Dünya esen yel üstüne kuruldu..
Varlığımız iki yokluk arasındadır
Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin
Medresede söz vardır tekkede de hal
Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de
Zamansız gözlerini ufka dikişin var ya
Beni benden edişin
Hesap vermeden
Sormadan
Söylemeden sevişin
Buğulu gözlerinde
Bakışların beni bırakır gider ya
Sadece
Sadece sen yokken kendime gelişim
Umulmadık bir yerinde hayatın
Ciğerlerini söküp atarcasına
Kalbindekileri haykıracakmış gibi
beynindeki ağları kalbime örmeyeceksin
sevgi dolu yalanlarını söylemeyeceksin
sevgim öyle çöktü ki altında ezileceksin
artık benim nefretim bile değilsin
bir duygu bir duygu bu
düş değil gerçek değil
bir duygu bir duygu bu
aşk değil nefret değil
eğer aşka bir ceza verebilseydim
benim gibi onunda sevmesini isterdim
meçhulden gelmişim meçhule giderim ömür denen şu yoldan
susadım su içitim yürek kansın diye yoldaki bir pınardan
aşk pınarıymış bu içmesen anarsın
içsen benim gibi aşk diye yanarsın ne ilk içen bendim
ne son geçen bu yoldan dertler başladı aşk pınarından
şimdi arıyorum aşksız günlerimi meğer zehirlemişim
kendi kendimi aşk pınarı değil dert pınarıymış bu kaybettim yarınımın ümitlerini ümitlerini
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın yıldızların çağlayarak
Berrak şelaler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.
Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Herbirinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Usul usul azalıyordu sevgisi,kalbi
soğuyordu...
Aynı masada,yanyana oturuyorduk,ellerinden tutuyordum...Akıntıya kapılmış bir çiçek gibi bilmediğim,bilmediği uzaklıklara doğru gidiyordu...Öyle acı çekiyordu ki sevgisinin azalmasından...Seni artık özlemiyorum,eskisi gibi içimi acıtmıyorsun,bu benim için ne büyük acı biliyormusun,derken sesi titriyordu.
Dalından kopmuş bir çiçek gibi unutuluş denizinde usul usul sürükleniyordu...Sevgimiz yurtsuz kalmıştı şimdi...
Sevişirken yılan bile dokunmaz
Tapınmakta aşktan saygın olamaz
Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz
İstiyorsan uzak kalmak ölümden
Hep aşk üzre olmaslısın a caanım
Ki ölüm de sevişirken kıyamaz
Aşk bu
Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar
Ateşin saydam gövdesini kırarak
Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına
Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga
Delip geçecek dalıp yeryüzünü
Bak istersen avuçlarıma
Küçük parmağın hizasında o derin havzada
Göğüs göğüse iken ikimize
İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i
Sesin
Sırrım
Gözüm palaspandıras çehremde
Hangimiz senli benli
Hangimiz sizli bizli
Bir koridor esrarengiz,
Yaşıyoruz gizli gizli...
Hangimiz yapayalnız
Hangimiz çoluk çocuk
Hangimizin bakışları
Daha sıcak...Daha soğuk...
Hangimiz uyuyoruz
Hangimiz duyuyoruz
Deniz derin, gökler mavi
Hangimiz uçuyoruz...
Hangimiz arıyoruz
Hangimiz sarıyoruz
Hayat bir yol ve bir ışık
Hangimiz kalıyoruz...
Ve hangi söz daha doğru
Hangi göz daha içten
Zaman can çekişiyor şimdi
Göçüğü altında eski aşkların
Yüzün derin bir kılıç izi aklımda
Daralır kör akrebin parantezi kadar
Sürgit yanılsamadır
dönüp geldiğim
Kimin kıyısında dursam artık
Bir rengin usul usul dağılışı gibiyim
-I-
Senden ayrılıp sonra
Kavuşunca bu büyük güne
Gördüm, görmeye başlayınca
Herkesi neşe içinde.
Ve o akşam vaktinden beri
Bilirsin ya, hangisi
Dudaklarım daha bir güzel
Ve ayaklarım daha bir çevik şimdi.
Daha yeşil ağaçlar dallar ve çimen,
Duyumsayınca böyle
Ve su daha hoş serin
Üstüme dökününce.
-II-
Bana neşe verince sen
Düşünüyorum da bazen:
Şimdi ölebilirim diyorum işte
Güzel anılar biriktirdim senden,
Dudağıma solgun gülücükler getiren,
Bir yığın oldu daha şimdiden.
Nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın,
Bir gün apansız gerçekleşiveren.
Bir terazinin durgun pirinç kefesine
Pat diye inince kara kiloluk,
Nasıl kalkar havaya birdenbire
Boş kalan zavallı kefe.
Nasıl titreşir terazi uzun süre,
Denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.
üşümek üşümek bir tanem
çocuksu gözlerinin alevinde
titreyip üşümek
ve kaçıp gitmek buralardan
buralar bana dar geliyor
sevdiğim
yüreğim sığmıyor göklerin altına
vurup gidiyorum
rüzgarın kanatlarında
belkısların diyarından ta kehkeşanlara
dolaşıyorum yeryüzünü
gökyüzü,melekleri,
yıldızları
ayda duruyor hala canlı ve dipdiri
aşkımızın izleri
buralar bana dar geliyor
birtanem
tutunamıyorum bu zalim dağlara,
Bulutlar ince ve narindir
ve bulutlar tanır sevgiliyi
döker mercan kuşlarını
avuçlarımıza
Kuşlar üşümez saçlarının yangınından
Aşk bu
yağmur dayanmaz bu bahara
parmaklarından sebiller akar
cilveli rüzgarlar
göz göz dilinir mağarada,yılan zehrini geçirir
ayaklarından
gül yaprağı okşanır gibi
Aşk bu
yağmur dayanmaz bu bahara
ateş tanır sevgiliyi ve gülleşir
Açılırda şafak defteri
kalın divitler düşer ince yapraklarına
gün başlar akreplerde çırak tedirginliği
bir ayağı uçuruma uyanır
gözlerinde ceylan kalmış kim varsa
ödüne iğne gibi dokunur durur hayat
kanlı toynaklarıyla süreğe çıkan barbar
deşer temiz kanını yayına kiriş için
Biter dağların uzun rüyası
mert ölür pas tutar mavzerleri
pirinç beşiklerde palazlanan ihanet
yürür ergen güllerin en toy damarlarına
Kentin en kalabalık yerlerinde
Dört nala koşan bir at gibi
Çılgınlığa akan yalnızlığa ölüme
Yazılmış şiirleri yeniden yazmak bütün
Hayatı teyellemek yepyeni bir güne
Ve sonra sökmek uzun uzun
Gözlerin ipekyoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlıklara gider
Merhaba güzelim, bak nasıl doldurdu
- Dur önce şu sigarami yakayım -
Kırmızı bir güneş bardağımızı
Dışarda kararan rum kilisesinin
Gürültüyü yapraklara çeviren
Çan sesleriyle yüklü ve karmakarışık
Saatlerden geçıyoruz umut, ayrılık
Günleri. Yüzünün gülü kapalı
Acı eylül geçiyor köklerimizden
- Sanırım değişen bir sey olmalı -
Biliyoruz öğle sonu mavi perdesi
Gözlerinin yıldızıyla ışıyan
0 yorum: