Evren Özellikleri
İslamı Açıdan
EVRENİN ÖZELLİKLERİ
Gökler alanından sunulan kibirlenme sahnesinden, gökler sahnesiyle
başlayan evrensel olağanüstülüklerin sunulduğu sergiye geçiliyor. Çünkü
yer sahnesi… Çünkü yağmur yüklü bulutları biraraya getiren rüzgârların
yeraldığı sahne… Çünkü hayat ve ölüm sahnesi… Çünkü diriliş ve toplanma
sahnesi… Evet bütün bu sahneler üzerlerine bir kapı açılsa oradan göğe
doğru tırmanacak olsalar, “Gözlerimiz hayal görüyor, birileri bize büyü
yaptı herhalde” diyecek olan kimselerin kibirlendiği sahnelerdir. O
halde biz de ayetlerin akışı içinde olduğu gibi teker teker sunalım bu
sahneleri.
16- Gökte takım yıldızlar (ya da yörüngeler) yarattık ve onları gözetleyenler için çeşitli güzellikler ile donattık. “
17- Göğü bütün kovulmuş şeytanlardan koruduk. “
18- Ancak kulak hırsızlığına yeltenen bir şeytan olursa onu parlak ışıklı bir kayan yıldız kovalar. “
Bu oldukça geniş olan tablonun ilk çizgisidir. Harikalar yaratan
ilahi gücün ayetlerini dile getiren olağanüstü evrenin oluşturduğu
tablodur. Meleklerin inmesinden daha etkili bir mucize daha büyük bir
tanıktır. Bu aynı zamanda düzenleme ve planlamada gösterilen özeni de
ortaya koymakta, bu büyük yaratmayı gerçekleştiren gücün yüceliğini
gözler önüne sermektedir.
Ayette geçen “buruc = (burçlar) olanca görkemïyle yıldızlar ve
gezegenler olabileceği gibi, yıldız ve gezegenlerin içinde döndükleri
yörünge de olabilir. Her iki durumda da ilahi güce, yaratma ve
düzenlemedeki ve sanattaki güzelliğe tanıklık etmektedir.
“Onları gözetleyenler için çeşitli güzellikler ile donattık.”
Bu ifade ile evrenin -özellikle şu göklerin- güzelliğine dikkat
çekilmektedir. Bu da gösteriyor ki, evrenin yaratılmasında gözetilen
hedef güzelliktir. Evrende dikkati çeken sadece büyüklük değildir.
Gösterilen özen de değildir. Bütün manzaraları düzenleyen, onların
oluşturduğu ahenkten kaynaklanan güzellik de önemli bir unsurdur.
Her tarafa serpilmiş yıldızların, gezegenlerin kendi aydınlıkları
ile yol aldıkları, arada sırada söner gibi oldukları ve gözden uzak, bir
yıldızın çağrısına koşmak için oradan oraya baktığı kapkaranlık bir
gecede göğe dikkatlice bakmak… Yine buna benzer bir bakışla dolunay
olduğu bir sırada, evren derin bir uykuya daldığı ve adeta evreni tatlı
rüyasından uyandırmamak istercesine nefesimizi tutarak mehtaplı bir
gecede göğe bakmak…
Evet böylesine bilinçli bir bakış, evrendeki güzellik gerçeğini
evrenin oluşumunda bu güzelliğin ne denli köklü olduğunu, ayrıca şu
olağanüstü yaklaşımın anlamını kavramak için yeterlidir.
“Onları gözetleyenler için çeşitli güzellikler ile donattık.”
Donatmanın yanında, koruma ve arındırma da var:
“Göğü bütün kovulmuş şeytanlardan koruduk.”
Oraya yaklaşamaz, kirletemez. Kötülüğünü, pisliğini ve sapıklığını
bulaştıramaz. Şeytanın faaliyet alanı sadece yeryüzüdür. orada yaşayan
Ademoğulları’nı saptırmadır görevi. Üstünlüğün ve yüksekliğin sembolü
olan göğe gelince, şeytan oradan kovalanmıştır, oraya yaklaşması, orayı
kirletmesi imkânsızdır. Ama oraya yükselmek için girişimlerde bulunur.
Ve her girişiminde geri çevrilir.
“Ancak kulak hırsızlığına yeltenen bir şeytan olursa onu parlak ışıklı bir kayan yıldız kovalar.”
Ama nedir şeytan? Kulak hırsızlığına ne şekilde yeltenir? Ve ne
çalar?.. Bütün bunlar, Allah’a özgü olan gaybın kapsamındadırlar. Bu
ayetlerin bildirdiklerinden başkasını öğrenme imkânına sahip değiliz.
Buna kalkışmanın da yararı yoktur. Çünkü bu tür şeylerle uğraşmak, imanı
arttırmadığı gibi, güçlendirmez de. Sadece insan aklını kendisini
ilgilendirmeyen ve kendisini bu hayattaki gerçek görevinden alıkoyan
şeylerle uğraştırır. Üstelik bu girişim yeni bir gerçek için yeni bir
kavrama biçimi de kazandırmaz.
Bununla beraber şeytanın göğe yol bulamayacağını, gökteki bu
gözalıcı güzelliğin korunmuş olduğunu, üstünlük ve yücelik sembolü
olarak kalıcılığını sürdürdüğünü, hiçbir pisliğin, hiçbir kötülüğün
bulaşmayacağını, şeytanın herhangi bir girişimde bulunması ile birlikte
derhal kovulacağını, bu kovulmanın onun işlediğine ulaşmasına engel
olacağını bilmemiz gerekir.
Bu arada sahnede çizilen sağlam burçların, göğe doğru tırmanan
şeytanın, onun planını altüst eden kayan yıldızın hareketlerinin
güzelliğini de unutmamak gerekir. Hiç kuşkusuz bu da şu olağanüstü
güzelliğe sahip kitabın tasvir güzelliklerinden biridir.
YERYÜZÜ
Göz alabildiğine geniş ve dehşet verici olan tabloda çizilen ikinci
çizgi gözler önüne serilmiş, yürümek ve geçmek için caydırılmış yer
çizgisidir. Orada yeralan dağlar, insanlar ve diğer canlılar için rızık
olarak var edilen bitkilerdir:
19- Yerin alanını geniş yaptık, oraya sabit dağlar serpiştirdik ve orada belirli bir ölçü uyarınca her bitkiyi bitirdik.
20- Orada gerek sizin için ve gerekse rızıkları tarafınızdan
sağlanması sözkonusu olmayan diğer canlılar için besin kaynakları
yarattık.
Ayetlerin akışında büyüklüğün etkisi açıkça görülmektedir. Çünkü
göklerde büyük ve heybetli burçlara işaret edilmektedir. Bu büyüklük ve
heybetlilik, “burûc” kelimesinin vurgusunda, hattâ daha önce “ışık
saçan” olarak nitelendirilen kayan yıldızlarda bile göze çarpmaktadır.
Yeryüzünde de sabit dağlara işaret edilmektedir. Bunun da “Oraya sabit
dağlar serpiştirdik” şeklinde ifade edilmesi ile dağların ağırlığı
somutlaştırmaktadır. Bir de yeryüzünde “bir ölçü” uyarınca biten her
bitkinin yaratılışında bir özen, bir hikmet ve ölçü gözetildiği anlamına
gelmekle beraber, bu kelimenin de kendine özgü bir ağırlığı_vardır.
“Besin kaynakları”nın çoğul ve belirsiz olarak kullanılması da ifadeye
bir ağırlık .ve heybetlilik katmaktadır. Genel ve kapalı bir ifade ile
yeryüzündeki tüm canlılardan “Rızıkları tarafınızdan sağlanması
sözkonusu olmayan diğer canlılar” şeklinde söz edilmesi de öyle…
Canlandırılan sahnede oldukça belirgin olan büyüklük ve heybetliliği
yansıtan unsurlardır bunlar.
Evrensel mucize bu noktada dış alemi aşıp iç alemden sunuluyor.
Görmek ve yürümek için alanı geniş kılınmış yeryüzü. Yeryüzüne
serpiştirilmiş sabit dağlar. Beraberinde bir ölçü uyarınca biten
bitkilere işaret edilmesi… Bunların geçim ve hayat için hazırlandığının
ve bunların çeşit çeşit olduğunun vurgulanması… Ayetlerin akışı tüm bu
unsurları genel ve kapalı bir ifadeyle sunuyor. Amaç, daha önce de
belirttiğimiz gibi bir büyüklük ve heybetlilik havası yaymaktır… Orada
sizin için besin kaynakları yarattık. Rızıkları sizin tarafınızdan
sağlanması sözkonusu olmayan canlıları da sizin için yarattık. Çünkü
onlar yüce Allah’ın yeryüzünde kendileri için yarattığı rızıklarla
beslenmektedirler. Siz de sayısız ümmetlerden birisiniz. Başkalarını
rızıklandıramayan, hem kendisi, hem de başkası Allah tarafından
rızıklandırılan bir ümmet. Allah tarafından üstün kılınmış, kendisine
yük olmayan ve Allah’ın verdiği rızıkla beslenen diğer canlılar
kendisinin yararına hizmetine ve rahatına sunulmuştur bu ümmetin.
Her şey gibi bu rızıklar da Allah’ın bilgisi içinde
belirlenmişlerdir. Onun emrine ve dilemesine bağlıdırlar. Bu rızıklar
üzerinde dilediği gibi ve dilediği zaman, insanlar ve rızıklara ilişkin
olarak yürürlüğe koyduğu yasası uyarınca dilediği uygulamada bulunur.
21- Evrende varolan her şeyin hazinesi, ana kaynağı bizim yanımızdadır. Ve biz her şeyi size belirli bir ölçüye göre indiririz.
Hiçbir yaratığın, hiçbir şeye gücü yetmez, hiç kimse hiçbir şeyin
sahibi değildir. Her şeyin hazinesi -ana kaynağı, deposu- Allah
katındadır. Onları yarattıklarının dünyalarına “belirli bir ölçüye” göre
indirir. Hiçbir şey ölçüsüz inmez. Hiçbir şey gereksiz değildir.
“Evrende varolan her şeyin hazinesi ana kaynağı bizim yanımızdadır. Ve biz her şeyi belirli bir ölçüye göre indiririz.”
Bu açık ve anlaşılır ayetin anlamı insanoğlu bilgi alanında
ilerledikçe, bu evrenin bileşim ve oluşumundaki sırları çözdükçe daha
bir belirginleşmektedir. İnsanlar maddi varlıkları meydana getiren
elementlerin özelliklerini, yapabildikleri kadar- bileşim ve
analizlerinin özelliklerini ortaya çıkardıkları zaman “ana kaynağı”
kelimesinin anlamı iyice belirginleşmişti. Örneğin, suyun esas
kaynağının hidrojen ve oksijen olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde yeşil
bitkilerin varlığında somutlaşan rızıkların ana kaynağının havadaki
azot, karbondioksit olarak birleşen oksijen ve karbon bir de güneşin
gönderdiği ışınlar olduğu ortaya çıkmıştır. Allah’ın katındaki
rızıkların ana kaynağını açıklayan benzeri örnekler çoktur. İnsanoğlu
bunların bir kısmını öğrenme imkânını bulmuştur. Ama bütün bildikleri
bunların çokluğunun yanında çok az bir şeydir.
Yüce Allah’ın belirli bir ölçüye göre gönderdiği şeylerden biri de rüzgâr ve sudur!
22- Gönderdiğimiz yağmur yükleyici rüzgârlar aracılığı ile size
gökten su indirerek su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa su kaynağını
oluşturan siz değilsiniz.
Rüzgârları yağmur yükleyici olarak gönderdik. (Bazıları “Yükleyici”
kelimesini bilimsel anlamda rüzgârların ağaçtan ağaca döllenmeyi
sağladıklarından yola çıkarak açıklamak istiyorlar. Oysa ayetlerin akışı
burada rüzgârların yağmur yükleyiciliğine işaret etmektedir, başka
değil.
“Gönderdiğimiz yağmur yükleyici rüzgârlar aracılığı ile size gökten
su indirerek su ihtiyacınızı karşıladık. Yoksa su kaynağını oluşturan
siz değilsiniz.”
Üstelik burada uzaktan da olsa bitkilere işaret edilmiyor. Hatta
sahnede bitkilerin gölgesine de yer yoktur. Kur’an’ın ifade tarzı,
sahnede yeralan uzak yakın tüm gölgeleri çizmeye büyük özen gösterir.
Yabancı duyguların, telkinlerin etkisinden uzak Kur’an’ın gölgesinde
yaşayanlar bunu kavrayabilirler. Yabancı duygu ve telkinlerden arınmış
Kur’ani bir algılama yeteneğine sahiptirler, duyguları her türlü yabancı
ve zorlama yorumu reddeder.) Tıpkı devenin gebe kalması gibi.
Rüzgârların yüklediği bu suyu sizin için gökten indirdik. Onunla su
ihtiyacınızı karşıladık, böylece onun aracılığı ile hayatınızı
sürdürürsünüz.
“Yoksa su kaynağını oluşturan siz değilsiniz.”
Su, sizin oluşturduğunuz kaynaklardan değil, yüce Allah’ın katındaki kaynaklardan ve belirli bir ölçüye göre gelmektedir.
Rüzgârlar evreni idare eden yasalar sistemine göre hareket
etmektedirler. Yine bu yasalar sistemi uyarınca yağmur yükleyicilik
görevini yerine getirip bu yasaların öngördüğü şekilde yağmurun
yağmasını sağlamaktadırlar. Ama bütün bunları temelden düzenleyen,
planlayan kimdir? Hiç kuşkusuz bunları takdir eden ve mucizelere
kaynaklık eden evrensel yasayı koyan yüce yaratıcıdır.
“Evrende varolan her şeyin hazinesi, ana kaynağı bizim katımızdadır. Ve biz her şeyi size belirli bir ölçüye göre indiririz.”
Bu ifade de her hareketin hatta su içme olayının bile yüce Allah’a
bağlandığını görüyoruz… “Su ihtiyacınızı karşıladık”dan amaç şudur: Yani
sizi suya ihtiyaç duyacak bir yapıya sahip olarak yarattık. Suyu da bu
ihtiyacınıza cevap verecek nitelikte yarattık. Her ikisini de biz
planladık. Bunu Allah’ın takdirine göre yürürlüğe koyduk,
gerçekleştirdik. Bu ifade, havanın tümü ile uyum oluşturması için bu
tarzda yeralmaktadır. Her şey, hatta su içme amacı ile yapılan hareket
bile Allah’a döndürülmektedir. Çünkü sureye egemen olan hava, evrende
olan her şeyi doğrudan doğruya Allah’ın iradesi ile, her hareket ve her
olayla ilgili olan Allah’ın kaderi ile izah etme havasıdır. Yüce
Allah’ın dış alemdeki olaylar hakkında geçerli olan yasası ile iç
alemdeki olaylar hakkında geçerli olan yasası birbirlerinin aynısıdır.
Ayetlerin birinci bölümü yüce Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar
aleyhinde yürürlüğe koyduğu yasasını içermektedir. İkinci bölüm de
gökler ve içindekilerle beraber yeryüzü, rüzgârlar, su ve su ihtiyacını
gidermeye ilişkin yasasını içermektedir. Hepsi de Allah’ın kaderi
doğrultusunda yürürlükte olan onun yasalarıdır. Her ikisi de yüce
Allah’ın göklerin, yerin, insanlar ve eşyanın yaratılışının gerekçesi
kıldığı büyük gerçeğe bağlıdırlar.
Ardından her şeyin Allah’a döndürülmesi konusu tamamlanıyor. Hayat
ve ölüm, canlılar ve ölüler, diriliş ve kabirlerden kalkış, O’na
döndürülüyor:
23- Dirilten de öldüren de yalnız biziz ve her şey sonunda bize kalır.
24- Biz sizin eskiden gelip geçenlerini de geride kalanlarını da biliriz.
25- Hiç kuşkusuz Rabbin tüm insanları biraraya toplayacaktır. O her işi yerinde yapar ve her şeyi bilir.
Burada ikinci bölüm birinci bölümle birleşmektedir. Birinci bölümde Allah şöyle buyurmuştu.
“Yok ettiğimiz her beldenin mutlaka uğradığı akıbete ilişkin belirli bir yazısı vardır.”
“Hiçbir millet ne yokoluş gününü öne alabilir ve ne de yaşama süresini aşabilir.” (Hicr Suresi 4-5)
Burada ise, hayat ve ölümün Allah’ın elinde olduğu, hayattan sonra
her şeyin O’na kalacağı vurgulanmaktadır. Kimlerin önceden canlarının
alınacağını, kimlerin bir süre ertelenip canlarının alınacağını bildiği,
en sonunda herkesi biraraya toplayacağı, dönüşün O’na olduğu
bildirilmektedir.
“O her şeyi yerinde yapar ve her şeyi bilir.”
Her milletin yaşama süresini bir hikmete dayalı olarak belirler. Ne
zaman öleceklerini, ne zaman biraraya toplanacaklarını, bu arada olacak
olayları bilir.
Sahnenin hareketliliği açısından bu bölümle önceki bölüm arasında
bir ahenk görüyoruz. Bu ahenk kitabın indirilişi, meleklerin indirilişi,
şeytanları kovalayan kayan yıldızların indirilişi, gökten su
indirilişi, olaylarında da göze çarpmaktadır. Sonra olayları ve
anlamları kuşatan alanda da bu ahenk görülmektedir. Bu alan, olanca
büyüklüğüyle evrendir. Gökler, takım yıldızlar ve kayan yıldızlardır.
Yeryüzü, köklü dağlar ve bitkilerdir. Rüzgârlar ve yağmurlardır.
Büyüklenmeye bir örnek verildiğinde konu olarak gözler önüne serilen bu
alanda gökte açılan bir kapı aracılığı ile yerden göğe doğru tırmanma
seçilmektedir. Bu da şu olağanüstü kitabın tasvir güzelliklerinden
biridir kuşkusuz.
İNSANIN YARATILIŞI
Burada insanlığın büyük hikâyesine geçiyoruz. İlk yaratılış
hikâyesine. Hidayet, sapıklık ve bunların temel sebepleri hikâyesine…
Adem peygamberin (a.s) hikâyesidir bu. Neden yaratıldı? Yaratılışı
esnasında ve bundan sonra neler olup bitti?
Tefsirimizin geçen bölümlerinde Bakara ve A’raf surelerinde (Bu
sıralanış surelerin mushaftaki yerlerine göredir. İniş sırasına göre
değildir. A’raf suresi de Hicr suresi gibi Mekke’de inmiştir. Ve her
ikisi de Bakara suresinden önce inmiştir.) iki defa bu hikâye ile
karşılaştık. Ama bu hikâye her defasında özel bir amacı yerine getirmek
için özel bir ortamda ve özel bir atmosferde sunulmaktadır. Bu yüzden
hikâyenin sunulan bölümleri ifade tarzı, gölgeleri ve müzikal ahengi
yerine göre değişiklik arzetmektedir. Yalnız bu bölümlerin varmak
istedikleri hedefin ortaklığı oranında başlangıç veya sonuçla ortak
noktalar göze çarpmaktadır.
Üç surede de hikâyenin giriş kısmı aynıdır! İnsanların yeryüzüne
yerleştirilmesi ve oraya halife kılınması sözkonusu edilmektedir.
Bakara suresinde hikâyeye şu şekilde giriş yapılmıştı:
“O ki yeryüzünde bulunan tüm varlıkları sizini için yarattı. Sonra
da göklere yönelerek onları yedi gök olarak düzenledi. O her şeyi
bilir.” ( Bakara Suresi 29)
Hikâyenin A’raf suresindeki girişi ise şu şekildedir:
“Size yeryüzünde yurt sağladık, orada size çeşitli geçim kaynakları bağışladık. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” (A’raf suresi 30)
Bu surede ise, hikâyeye şu şekilde giriş yapılmaktadır:
“Yerin alanını geniş yaptık, oraya sabit dağlar serpiştirdik ve orada belirli bir ölçü uyarınca her bitkiyi bitirdik.”
“Orada gerek sizin için ve gerekse rızıkları tarafından sağlanması
sözkonusu olmayan diğer canlılar için besin kaynakları yarattık.”
Ne var ki, bu hikâyenin yeraldığı her surenin gerçekleştirmek istediği amaç, varmak istediği hedef farklıdır.
Bakara suresinde ağırlık noktası Hz. Adem’in içindeki her şeyle
birlikte yüce Allah tarafından insanlar için yaratılan yeryüzüne halife
tayin edilmesidir:
“Hani Rabbin meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.” (Bakara Suresi 30)
Bu yüzden hikâyede Adem’in halife kılınmasının sırları ve meleklerin
bilmedikleri bu sırlar karşısında şaşırıp kalmaları sunulmuştu.
“Allah Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bütün nesneleri
meleklere göndererek “Haydi eğer davamızda haklı iseniz, bunların
isimlerini bana söyleyin” dedi.”
“Melekler “Ya Rabbi, sen yücesin, bizim senin bize öğrettiklerin
dışında hiçbir bilgimiz yoktur, hiç şüphesiz sen her şeyi bilirsin ve
her yaptığın yerindedir” dediler.”
Allah Adem’e, “Ey Adem, bunlara o nesnelerin adlarını bildir” dedi.
Adem, meleklere bütün nesnelerin isimlerini bildirince Allah onlara “Ben
size göklerin ve yerin bütün gizliliklerini, ayrıca sizin bütün açığa
vurduklarınız ve içinizde sakladıklarınızı bilirim” dememiş miydim?”
dedi.” (Bakara Suresi 31-33)
Sonra meleklerin secdeye kapanmaları, şeytanın büyüklük taslayıp
secdeye kapanmaktan kaçınması anlatılmıştı. Ayrıca Adem ve eşinin
cennete yerleştirilmeleri, şeytanın ikisini ayartıp oradan
çıkarılmalarına neden olması, sonra bu acı tecrübeden geçirilmelerinin,
bundan dolayı bağışlanma dileyip, yüce Allah’ın da onları bağışlamasının
ardından yeryüzünde halifelik görevini yerine getirmek üzere oraya
indirilmeleri anlatılmıştı. Hikâyenin sonunda, İsrailoğulları’na yönelik
olarak Allah’ın kendilerine verdiği nimeti anmalarına ve onunla
yaptıkları antlaşmaya bağlı kalmalarına ilişkin bir çağrıyla
değerlendirme yapılmıştı. Çünkü bu antlaşma atalarının yeryüzüne halife
tayin edilmesi, Allah’la antlaşma yapması ve insanların atalarının
başından geçen bu acı tecrübeyle ilişkilidir.
A’raf suresinde ise, ağırlık noktası, cennetten başlayıp yine
cennette biten uzun yolculuk ile, yolculuğun başından sonuna kadar
şeytanın insanlara yönelik düşmanlıklarının ortaya konmasıdır. Böylece
insanlar bir kez daha ilk ortaya çıktıkları alana dönüyorlar. Bir grup
şeytana düşman oldukları, ona muhalefet ettikleri için şeytanın
anne-babalarını çıkarttığı cennete dönüyor. Bir diğer grup ise, ateşe
yuvarlanıyorlar. Çünkü onlar bu azgın düşmanın adımlarını izliyorlar. Bu
yüzden A’raf suresinde, meleklerin secdeye kapanmaları, şeytanın
büyüklük taslayıp secde etmekten kaçınması, kendisinin kovulmasına sebep
olan insanoğlunu saptırmak için yüce Allah’dan yeniden diriliş gününe
kadar süre tanımasını istemesi, sonra Adem ve eşinin cennete
yerleştirilmeleri, insanın irade gücünü ve itaatını sınamaya yarayan
yasağın sembolü bir tek ağacın dışında cennet meyvelerinden yemeleri,
sonra şeytanın onlara vesvese vermesi etraflıca anlatılmıştı. Adem ve
eşinin yasak meyveyi yemeleri, bunun üzerine ayıp yerlerinin ortaya
çıkması, yüce Allah’ın adem ve eşini azarlaması ve büyük savaş
meydanında amel etmeleri için topluca yeryüzüne indirmesi anlatılmıştı:
“Allah dedi ki; “Oradan aşağıya ininiz, şeytan ile siz birbirinizin
düşmanısınız, sizler belirli bir süre yeryüzünde barınarak
geçineceksiniz.”
“Orada yaşayacak, orada ölecek ve tekrar diriltilerek oradan çıkarılacaksınız.” (A’raf Suresi 24-25)
Sonra surenin akışı herkesin bir kez daha toplandığı ana kadar
hikâyeyi sürdürmüştü. Hikâyede herkesin büyük bir meydanda toplandığı
ayrıntılı olarak ve karşılıklı konuşmalar şeklinde sunulmuştu. Sonra bir
grup cennete, diğer grup da cehenneme gitmişti:
“Cehennemlikler cennettekilere, “Bize biraz su ya da Allah’ın size
sunduğu yiyeceklerden biraz bir şeyler ikram ediniz” diye seslenirler.
Cennettekiler ise, “Allah her ikisini de kâfirlere haram kıldı” derler.
(A’raf Suresi 50)
Ve perde inmişti…
Burada bu surede ise, ağırlık noktası Hz. Adem’in varoluşundaki
sırdır. Hidayet ve sapıklığın sırrıdır. İnsanın oluşumundaki hidayet ve
sapıklığın temel etkenlerinin sırrıdır. Bu yüzden ilk ayet, Hz. Adem’in
kara çamurdan oluşmuş kuru balçıktan yaratılmasına, sonra bu balçığa
yüce Allah’ın aydınlık ve yüce ruhundan üflenmesine, ayrıca şeytanın
daha önce dumansız alevden yaratılmasına ilişkindir. Sonra meleklerin
secdeye kapanmaları, şeytanın insana secde etmekten kaçınması, tenezzül
etmemesi, bu yüzden lânetlenip kovulması, onun da yeniden diriliş gününe
kadar mühlet istemesi ve bu isteğinin kabul edilmesi anlatılıyor. Buna
ek olarak şeytanın Allah’ın seçkin kullarının üzerinde hiçbir
etkinliğinin olmadığım, sadece Allah’a boyun eğmeyip kendisine boyun
eğenler üzerinde etkinliğinin olduğunu belirtmesi de anlatılıyor. Hikâye
surenin ağırlık noktasına uyarak her iki grubun uğradığı akıbeti
karşılıklı konuşmalara yer vermeden, uzun boylu anlatmadan ve ayrıntıya
dalmadan belirtmekle son buluyor. Böylece hikâye, insanın varoluşundaki
iki unsur ile şeytanın etkinlik alamı açıklamış oluyor.
O halde hikâyenin bu alanda geçen sahnelerine göz atalım:
26- Gerçekten biz insanı kara çamurdan oluşmuş kuru balçıktan yarattık.
27- Cinni de daha önce dumansız alevden yarattık. “
Bu açılışla birlikte -bozulmuş ve kokmuş çamurdan elde edilerek
kurutulan balçık ile -parlayan ve yükselen- dumansız alevin tabiatları
arasındaki farklılık vurgulanmış oluyor. Ama az ilerde, insanın
tabiatına yeni bir unsurun katıldığını göreceğiz. Allah’ın ruhundan bir
soluktur bu unsur. Şeytanın tabiatı ise dumansız alev olarak kalıyor.
Felsefi açıdan
Evren Nedir (Detay)
Evren ya da Kâinat,
uzayda bulunan tüm madde ve enerji biçimlerini içeren bütünün adıdır.
Pozitif bilimler açısından evren, gök cisimlerini barındıran uzay ve
tamamen boş olan karanlık uzayın toplamıdır. Dolayısıyla modern fizik
açısından evren, varolduğunu bildiğimiz bütün atomik alemlerdir.
Evrenin Evrimi
Yaklaşık
14 milyar yıl önce, madde ve enerji çok küçük (atom çekirdeğinin 10
üzeri 20'de biri kadar) bir hacim kaplıyordu. Bu hacmin içindeki
yoğunluk ve sıcaklık sonsuz olarak kabul edilebilir. "Planck Zamanı"
olarak bilinen ilk 10 üzeri -42 saniyeye kadar süren dönem, fizik
yasalarıyla açıklanamıyor. Bu sırada, dört temel kuvvet (kütleçekimi,
elektromanyetizma, zayıf ve güçlü kuvvet) büyük olasılıkta tek bir
kuvvet olarak birleşmiş haldeydi.
Planck zamanının ardından
kütleçekimi, öteki kuvvetlerden ayrıldı. Bu sırada, "Şişme Dönemi"
olarak adlandırılan hızlı genişleme başladı. Şişme dönemi sadece 10
üzeri -12 saniye sürmesine karşın, evren bu sırada başlangıçtakinin 10
üzeri 50 katı hacme ulaştı. Sıcaklık 10 üzeri 32 Kelvin'den 10 üzeri 16
Kelvin'e düştü. Sıcaklığın 10 üzeri 28 Kelvin'e düşmesiyle ilk madde
oluşmaya başladı. Bu madde, kuark ve lepton adı verilen parçacıklardan
ve onların antimadde eşlerinden oluşuyordu.
Evrenin sıcaklığı
düştükçe, güçlü kuvvet, geriye elektrozayıf kuvveti bırakarak ayrıldı.
Madde ve antimadde bu sırada birbirini yok etti. Ancak, madde miktarı,
antimaddeye göre biraz daha fazla olduğundan, fazla madde evrende
varlığını sürdürdü.
10 üzeri -6 saniyeden sonra, evrenin
sıcaklığı 10 üzeri 13 (10 Trilyon) Kelvin'e düştü ve kuarklar öteki
parçacıkları oluşturmak üzere birleşmeye başladı. Bu sırada, zayıf ve
elektromanyetik kuvvetler birbirlerinden ayrıldı. 1. saniyede, sıcaklık
10 üzeri 10 (10 milyar) Kelvin'e düştü. Elektronlar ve nötrinolar
oluştu; kuarklar üçlü gruplar oluşturarak proton ve nötronları
oluşturdu.
3. dakikada, sıcaklık 10 üzeri 9 (1 milyar) Kelvin'e
düştü. Bunun ardından nötronlar ve protonlar, helyum ve döteryum gibi
atomların çekirdeklerini oluşturmak üzere bir araya geldi. Bu sıcaklık
artık büyük yıldızların çekirdeğindeki sıcaklıkla karşılaştırılabilir
düzeye indi. (Yıldızların içinde de bu sıcaklıkta çekirdek birleşmeleri
olur.)
10.000 yıl sonra, sıcaklık 1 milyon Kelvin'e kadar düştü
ve atomlar oluşmaya başladı. İlk 100.000 yıl içinde, madde ve ışınım
bakımından zengin olan evren, yoğun bir "sis" görüntüsüne sahipti.
Serbest elektronlar ışınımı saçıyordu. 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000
Kelvin'e düştüğünde, elektronlar hidrojen ve helyum çekirdeklerine
bağlandı ve sis kalktı.
İlerleyen süreçte, madde gökadaları
oluşturmak üzere belli bölgelerde topaklanmaya başladı. 4 milyar yıl
sonra, gökadalar ve yıldızlar oluşmaya başladı.
Evrenin Yaşı
Evrenin
yaşı, Büyük Patlama'dan günümüze dek geçen zamandır. Şu anki teori ve
gözlemler, evrenin yaşının 13.5 ile 14 milyar arası olduğunu
önermektedir.[1] Bu yaş aralığı bir çok bilimsel araştırma projesinin
görüş birliğiyle elde edilmiştir. Bu projeler arasında arkaplan ışınımı
ölçümlerini ve evrenin genişlemesinin ölçümü için kullanılan diğer pek
çok farklı yöntemi de içerir. Arkaplan ışınımı ölçümleri evrenin Büyük
Patlama'dan bu yana olan soğuma süresini verir. Evrenin genişlediğine
dair kanıtlardan biri olan kırmızıya kayma gözlemleri ise evrenin
yaşının hesaplanması için kesin bilgiler verir.
Evren Nedir (Detay)
Universum
– C. Flammarion, Holzschnitt, Paris 1888, Kolorit: Heikenwaelder Hugo,
Wien 1998 Enerji dalga veya partikülleri homojen ve dengeli olarak
çözüldüğünde 'Varoluş' ile 'Antivaroluş' olamayacağı ya da toplam
karşıtları olan 'Yok oluşta' ise bir patlama olamayacağından, evren
soğuyor mu, ısınıyor mu, evrenin durması sonu mudur, Büyük patlama
evrenin merkezi mi, başlangıcı mıdır, başka galaksiler ve hayatlar var
mıdır, güneş evrenin merkezinde midir gibi problemler hareket veya başka
deyişle zamanın populer sorularını teşkil etmiştir.
Evrenin
oluşumuna dair günümüzde en çok kullanılan teori, Bigbang (Büyük
Patlama) teorisidir. Bu teoriye göre evren, sıfır hacimli ve çok yüksek
bir enerji potansiyeline sahip, sıkışmış bir noktanın patlamasıyla
oluştu. ilk patlama nasıl oluştu Evren meydana gelmeden önce evrenin
yerinde ne olduğu ya da evrenin neyin içinde genişlediği sorularına
bilimsel bir cevap bulunamamıştır, bununla birlikte evrenöncesi durum,
evrendışı varoluş hakkında hipotezler öne sürülmüştür. Büyük Patlama
sonucunda altı yöne dağılan gaz molekülleri uzun bir dönem boyunca
birbirlerinden bağımsız hareket ettiler. Sürekli genişleyen evrenin her
yerinde geçerli olan fizik kurallarından kütleçekimi kanunu vasıtasıyla
bağımsız gazlar birleşerek galaksileri (gök adaları) oluşturdular. Aynı
evrensel fizik kanunu neticesinde gökadalar da birbirlerine yaklaşarak
devasa gruplar oluşturdu. Galaksiler içinde yıldızlar ve bazı
yıldızların çevresinde sistemler oluştu. İçinde yaşadığımız Güneş
Sistemi bunlardan birisidir. Keşfedebildiğimiz evrende 400 milyardan
fazla galaksi ve 10.1088 yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
Evrenin Genişlemesi Kuramı
Kutupsal
basınçlar sonucu yoğunlaşmış anti madde ile evren hâlen
genişlemektedir. Gök cisimleri, evrenin genişlemesinde, birbirlerine
olan uzaklıkları bakımından iki farklı davranış gösterirler. Şayet
birden fazla gök cismi birbirlerinin kütleçekimine kapılırlarsa ya da
hepsi birden ortak bir kütleçekiminin kuantumuna kapılırlarsa, bu
durumda aralarındaki mesafe birbirleriyle yahut da ortak çekimi altına
girdikleri kütleyle birleşene kadar her an azalır. Birinci durumun
etkili olmadığı diğer bütün durumlarda gök cisimleri birbirinden sürekli
uzaklaşırlar. İki gök cismi arası uzaklık daha önce x ışık yılı ise şu
anda x+y ışık yılıdır (y>0).
Kozmik fon radyasyonu
Mantıken
evren çok yoğun ve sıcak büyük patlama neticesinde genişlerken
gökadalar birbirinden homojen hızlarda genişlemeliydi. Uzaktaki yıldız
gökadaların daha büyük hızlarla birbirinden uzaklaşması homojen
genişlemeyi de doğrular.
Evrenin orijini ve genişleyen iç /dış
bükey ışık zamanı modeli. Dipteki patlama içerisindeki her şey ile
yıldız adacıkları.O zaman Özel görelik kuramına göre ışık hızı
aşılamayacağına göre en uzaktakiler ışık hızından küçük sonlu bir hızla
uzaklaşmalıydı. En uzaktaki gökadadan gelen ışık hem en hızlı uzaklaşan
hem de en uzak geçmişten gelen ışıktır. En uzak geçmiş ise evrenin
oluştuğu zamanlardan gelen ışıktır.
Evren ilk oluştuğunda ışıma
serbestçe yayılma fırsatı bulduğunda yani ilk madde öncesi
yapıtaşlarının boşluklarından sızabildiği kadarıyla
gözlemlenebilmektedir. Uzayda her doğrultuda homojen bir ışıma olmadığı
gözlemlenmiştir. Fon ışımasının haritası gözenekli bir yapı sergiler.
Isı ve Hareket Yasası
Evrende
tüm madde yapıtaşları atom, iyon, anyon, katyon yoğunlaşmış düzensiz
ısı enerjileridir. Tüm maddeler enerjinin bir formudur ve Termodinamik
kanunlarına göre işlemektedir. Termodinamiğin üç temel kanunu vardır.
Termodinamiğin en basit yasası; Sıfırıncı kanun olarak adlandırılır.
Daha basit bir ifadeyle farklı sıcaklıklarda iki cisim ısıl bakımdan
temas ederse sıcak olan cisim soğur, soğuk olan cisim ısınır. Sıcaklık,
madde içinde atomların titreşmesi ile iletilir. Bu nedenledir ki, ısı
akışı sıcak cisimden soğuk cisime doğru gerçekleşir.
Birinci
Kanunu, evrende temel olarak enerjinin yok edilemeyeceğini veya yoktan
var olamayacağını söyler. Enerji sadece bir şekilden diğerine dönüşür.
Bunun sonucu olarak geçmişteki bir olgunun gelecekte bire bir
tekrarlanmayacağı düşünülür.
Termodinamik'in bilim dallarına da
uygulanabilen İkinci Yasasına göre, ısı enerjisi daha soğuk bir
kaynaktan, daha sıcak bir kaynağa enerji vermeden transfer olamaz. Başka
bir deyişle, bir sistem kendinden daha soğuk sistemle ısıtılamaz.
Sistemlerin bu özelliği Termodinamikçilerin geliştirdiği "entropi"
kavramıyla açıklanır.
Isı Devinimi olarak da bilinen
Termodinamiğin üçüncü Yasası kısaca: “Eğer mutlak sıfır noktası olan
sıfır Kelvin derecesine (yani -273 Santigrat) ye inilirse, bu sıcaklığa
inebilen tüm parçacıkların biririne eşit entropileri olur, 0-noktasi
enerjisi (zero-point energy) olarak tanımlanır. İşte bu nokta entopinin
minimuma gittiği sıfır entropi noktasidir. Bu yasa neden bir maddeyi
mutlak sıfıra kadar soğutmanın imkânsız olduğunu belirtir (dinamik bir
evrende ısı titreşim alışverişi düzensizliği ve pi sabiti.) Sıcaklık
mutlak sıfıra yaklaştıkça bütün hareketler sabitleşir. Sayının sıfır
değil de bir sabit olmasının sebebi, bütün hareketler durmasına ve buna
bağlı olan belirsizliklerin yok olmasına rağmen kristal olmayan
maddelerin moleküler dizilimlerinin farklı olmasından belirsizliğin hala
mevcut olmasıdır. Üçüncü yasa sayesinde maddelerin mutlak sıfırdaki
entropileri referans alınmak üzere kimyasal tepkimelerin incelenmesinde
yararlı olan mutlak entropi tanımlanabilir.
Moleküler Enerjiler
Maddelerin
ısınması veya soğuması bir takım zincirleme fiziksel olaydan meydana
gelmektedir. Bu olaylar birbirini takip eden zincirleme kazalara benzer.
Maddeler soğurken kendinden daha soğuk bir ortamla etkileşime girer.
Maddeler ısınırken ise kendinden daha sıcak bir ortamla etkileşime
girer. Biz soğumayı ele alalım. Bir maddenin soğuması için kendinden
daha soğuk ortamla etkileşir dedik. Bu etkileşim esnasında olan şeyler
şunlardan ibarettir: Maddenin tanecikli yapısı , yani moleküler yapıları
veya atomik yapıları, soğuk maddeyle çarpışır. Bu çarpışma esnasında
daha sıcak olan ve bunda dolayı daha hareketli ve moleküler yapısı daha
serbest olan madde, moleküler yapısı daha soğuk olan yani moleküler
yapısı daha az serbest olan atoma çarpar ve soğuk maddenin atomunun
durgunluğu nedeniyle yavaşlar. Tıpkı koşarken duran bir cisme çarpmak
gibi. Diğer soğuk atomu da hızlandırır. Bu olay tüm atomların enerjileri
eşitlenene kadar devam eder. Isınma da bu anlatılan olayın tam tersi
olur. Isınma da bu sefer soğuk maddeyi sıcak maddenin taneciklerinin
hızından dolayı hızlanması yani ısınmasıdır. Sıcak olan ortamın da
yavaşlaması yani soğumasıdır. İki anlatılan olay da birbirinin
aynısıdır. Bu yüzden donma ve kaynama noktaları birbirine eşittir. Bu
yüzden buharlaşma ve yoğuşma noktaları birbirine eşittir.
Özel görelilik kuramıve uzay-zaman
Gerçek
sadece mesafedir.Çizgi esasen sadece uzunluğu Ldir (siyahla
gösterilen);r. koordine farklılıkları uç noktaları arasındadır ( şöyleki
Δx, Δy or Δξ, Δη gibi) kendi çerçevelerinin referansıdır. (mavi ve
kırmızı ile uyarlanarak belirtilmiştir).Evrenin alan ve bir geçici
(zaman) olmak üzere en az üç boyutu vardır. Uzun süre mekansal ve
zamansal boyutların doğada farklı ve birbirinden bağımsız olduğu
düşünülmüştür, ancak özel görelilik kuramı ile , mekansal ve zamansal
ayrımların herbir tanesinin hareketi ile (sınırlar içinde) karşılıklı
çevrim'ler (interkonvertible) oluştuğu anlaşılmıştır.
Evren Konusundaki Görüşlerin Değişmesi
Eskiçağlarda
birkaçı dışında bütün astronom ve düşünürler Dünya'nın evrenin merkezi
olduğuna, Güneş, Ay ve yıldızların Dünya'nın çevresinde döndüğüne
inanırlardı. Bu evren modeline göre, yıldızlar kristal bir kürenin iç
yüzüne çakılmış gibi durağandı. Buna karşılık Güneş, Ay ve beş "gezegen
yıldız" (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn) bu durağan yıldızların
önünde hareket halindeydi. Bütün gökcisimleri, sanki bir makineyle
çalıştırılıyormuşçasına, değişmez bir düzen içinde Dünya'nın çevresinde
dolanırdı. Eski astronomlar gezegenlerin bu teorik hareketini, Güneş'in
ve yıldızların dünya etrafındaki günlük dolanımını açıklayabilmek için
karmaşık evren modelleri geliştirdiler.
Bu eski astronomlar
içinde etkisi en uzun süreli olan İskenderiyeli Batlamyus'tur (Klaudios
Ptolemaios). M.S. 2. yüzyılda yaşayan bu ünlü bilgin, bugün Almagest
adıyla bilinen büyük yapıtında gökcisimlerinin karmaşık hareketini
açıklayan evren kuramını ortaya attı ve Dünya'yı evrenin merkezi olarak
kabul eden bu kuram yaklaşık 14 asır boyunca Ortaçağ Avrupası'nda
tartışmasız benimsendi.
Uzayın uçsuz bucaksız ve karanlık
boşluğunda; Güneş'e benzer yıldızlardan oluşmuş bir gökadanın ortasında
yüzen günmerkezli Güneş Sistemi düşüncesinin yerleşmeye başlaması ancak
16., 17. ve 18. yüzyıllara rastlar. Mikolaj Kopernik, Galileo Galilei ve
Johannes Kepler gibi büyük bilginler, Dünya'nın ve öbür gezegenlerin
Güneş'in çevresindeki yörüngelerde dolandığını kanıtladılar. Isaac
Newton, bu gezegenleri Güneş'in çevresindeki yörüngelerinde tutan
evrensel çekim ( kütleçekim ) kuvvetinin varlığını açıkladı. 18.
yüzyılın sonlarında William Herschel ve onu izleyenler de bütün Güneş
Sistemi'ni içeren Samanyolu Gökadası'nı incelediler; bulutsu (nebula)
adı verilen soluk ışıklı gaz ve toz bulutlarını araştırarak bunlardan
çoğunun gerçekte Samanyolu'nun ötesindeki başka gökadalar olduğunu
saptadılar.
19. yüzyılın ortalarına doğru astronomları; insanın
dış gücünün çok ötesinde, tasarlanamayacak kadar engin bir evren
düşüncesine götüren önemli gelişmeler oldu. Evrenin sınırsız
boyutlarının ilk somut göstergesi, büyük Alman astronomi bilgin
Friedrich Wilhelm Bessel'in ( 1784 - 1846 ) o güne kadar denenmemiş bir
yönteme başvurarak 1838'de yaptığı bir uzaklık ölçümüdür. Bessel, ilk
kez ıraklık açısından yararlanarak, Güneş ile yakınındaki Kuğu 61
yıldızı arasındaki uzaklığı kesin değerleriyle ölçtü ve inanılması güç
bir sonuç buldu. Bu ölçüme göre Kuğu 61 ile Güneş arasındaki mesafe 97
trilyon kilometreden daha fazlaydı (tam olarak 97.432.493.000.000 km).
Yakın bir yıldızın bile böylesine şaşırtıcı bir uzaklıkta olması, uzayda
yapılacak ölçümlerde kilometre ve mil gibi geleneksel ölçü birimlerini
kullanmanın ne kadar anlamsız olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Bunun
üzerine astronomlar, çok hızlı bir maddenin bu uzaklığı ne kadar zamanda
alacağını belirtmenin çok daha kolay ve anlamlı bir ölçü birimi
olacağına karar verdiler. Saniyede yaklaşık 300.000 km hızla hareket
eden bir ışık ışını bir yılda yaklaşık 9.6 trilyon kilometre yol alır.
Işık yılı, bugün astronominin temel uzunluk ölçüsü birimidir. Bu ölçü
birimine göre Kuğu 61, Güneş'ten 10,3 ışık yılı uzaklıktadır. (Günümüzde
yapılan daha duyarlı ölçümler bu uzaklığın 11,2 ışık yılı olduğunu
ortaya koymuştur.) Güneş'e en yakın yıldız ise yanlızca 4,3 ışık yılı
uzaklıktaki Proxima Centauri'dir (Erboğa takımyıldızından bir yıldız).
Heat death
Ultimate fate
Olası sonuçlar
"Makro evrende bir şey mahveden, mikro evrende içinden kaybeder." hindu-anonim.
1. Açılıp kapanan Büyük Çöküş
evren teorisine göre evrenin itme gücü bitince çekme gücü başlayacak ve
böylece büzüşecek, gök cisimleri çarpışarak kaynaşacak ve büyük bir
patlamayla evren tekrar genişlemeye başlayacaktır. Gold Evreni olarak
bilinen bu modelde, evren Büyük Patlama ile başlar sonra yükselen
entropi ve zamanın termodinamik oku genişlemeyi işaret eder, Evren, çok
düşük yoğunluğa ulaşınca çekilmeye başlar. Böylelikle entropi çok fazla
alçalır ve zamanın termodinamik oku bu kez ters istikameti işaret eder
ve evren çok düşük entropi çok yüksek yoğunlukta Büyük Çöküş ile sona
erer.
Büyük Patlama’nın daha önceki Büyük Çöküş’lerden meydana
geldiği ihtimâlini ortadan kaldırmamasına rağmen, Özellikle evrenin
genişlemesinin hızlandığı tesbiti ile bilimsel çevrelerde en çok kabul
edilen 'Heath Death' adı verilen, evrenin en sonunda ısı ölümü ile
tamamen son bulabilmesi görüşü olmuştur.
2. Evrenin ısısal ölümü ve Büyük donma
teorilerine göre ise sıcak patlama ve kaotik bir karmaşa ile var olan
evren zaten soğumaya çalışmaktadır. Evren genişlemeye devam edecek
yeteri kadar büyüyünce yoğunluğu aşırı azalacak ve sıcaklığı kararı
kadar düşecek ve bunun sonunda baskı altındaki kutupsal graviteler
çözünerek eşit düzeye inecek ve eviren donacak yani yokolacaktır.
Bilimsel yönden baktığımızda canlılar şartlarının yaşanamaz dereceye
gelmesinden daha önce tahminen üremenin zayıflaması nedeniyle yok
olacaktır. Nispeten az kanlı bu bilimsel kıyamet tesadüfi veya korku
filmi olmaktan çok, kendiside belki senaryolar gölgesinde tamamlanabilen
bir evrimin son gayesi gibidir.
Big Bang'den itibaren 5 milyar
yıl geçene kadar evrenin genişleme hızı yavaş yavaş azalıyordu, fakat
genişlemeyi sürükleyen karanlık enerjinin varlığı evrenin toplam
kütlesini yenerek gittikçe hızlanmaya başladı.
Evren çok geniş bir kalıptır. Tüm gezegenleri ve Samanyolu gibi birçok galaksiyi içine alır.
0 yorum: